30 Kasım 2010 Salı
Kıskanıyorum lan evet. Tüm o güzel yazan blogları kıskanıyorum acayip derecede hem de:)
17 Ekim 2010 Pazar
şimşek

18 Eylül 2010 Cumartesi

Hz.Aişe Peygamberimizle yeni evlenmişti.Eşinin kendisini sevip sevmedigini merak etmekteydi ya da kendisini ne kadar ve nasıl sevdigini…Hz.Aişe bu düşüncesini Peygamber Efendimiz'le konusmadan edemedi:
“Ey Allah’ın Resulü beni seviyor musun?”
“Evet Ya Aişe tabi seviyorum!” Aişe dahasını da merak ediyordu acaba nasıl seviyordu?Hemen sordu:
“Beni nasıl seviyorsun?” Peygamberimiz sevgi şeklini tanımladı eşine;
“Kördüğüm gibi.”
Bu cevap Hz. Aişe’yi cok sevindirdi çünkü kördügüm açılamazdı.Açılmayan bitmeyen sırlı bir sevgi demekti. Alacağı cevap onu çok mutlu ettigi için Hz. Aişe sık sık sorardı:
“Ey Allah’in Resulü kördüğüm ne alemde?”Peygamberimiz Hz.Aişe’yi memnun eden cevabı verirdi her defasında:
“İlk günkü gibi…”
14 Eylül 2010 Salı
Ah Şu M harfi

Zaman zaman uyku ile uyanıklıkarasındaki o buruk
arafta kendiliğinden çözülüverir harfler, başlar
dans etmeye zihnimde. Alfabenin kimi harfleri
sıyrılıverir ait oldukları bütünden, berraklaşır
gözümün önünde. Peşlerinden giderim ben de; yolumun
hangi kelimelere, hangi cümlelere çıkacağını
merak ede ede.
Bugünlerde nedense M harfinin izindeyim.
M ile koyu bir muhabbet içindeyiz ki sormayın.
M deyip de geçmeyin; mühim ve muktedir ve mukaddes
bir harftir kendileri. Türkçemizdeki nice kelimenin
mucidi, müsebbibi. Lakin az biraz sohbet edince
kendisiyle baktım ki M harfi pek dertli, şikayet
halinde.
"Sorma!Benimle başlayan üç temel kelime var ki
sürekli aşağılanmakta, horlanmakta bu memlekette."
dedi." Diyorum ki acaba yurt dışına mı göndersem
bu kelimelerimi. Gidip bir müddet kalsınlar gurbette.
Nasıl olsa burada da bir nevi sürgün halindeler...
Burada da kendilerini adeta yabancı hissetmekteler."
Merak ettim bu üç kelimenin ne olduğunu, nazlanmadan
anlattı.
Türkiye'de kıymeti bilinmeyen üç M'den birincisine
"mütevazi" dedi. İster edebiyat olsun ister siyaset,
ister spor olsun ister sanat, insanlar sevmiyorlar
tevazuyu, şüpheyle bakıyorlar mütevazi olana.
Değil saygı duymak onun bu artı özelliğine,
tam tersine rahatlıkla ezilecek bir can ya da
sömürülecek bir maden gibi görüyorlar. "Sahiden
böyle mi? dedim M harfine. "Sahiden böyle." dedi.
"mesela bak bir köşe yazarı ne kadar saldırır,
ne kadar hırçın ve hamaset kokan bir üslup kullanırsa
o kadar çok hayran edinir, yandaş toplar etrafında.
Mürekkebini tevazuya bulaştırarak yazana ise
o kadar paye vermez okurlar. Bu memlekette gürleyerek
konuşmaktır geçer akçe ve dahi saldırarak yazmak!"
"Peki ya ikinci M?" diye sordum. "Basit" dedi
M harfi. "Mütereddit"Mütereddit olan da dışlanır,
horlanır, kenarlara köşelere atılır bu ülkede."
Oysa bilen insan tereddüt eder, düşünen insan
tereddüt eder. Siz hiç cahilin tereddüt ettiğini
gördünüz mü? Ne kadar az bilirsen bir hususta,
o kadar rahat genelleme yapıp, atar tutarsın.
Bilgin arttıkça ağırlaşır fikirler omuzlarında.
Bilirsin ki söylediğin herşeyin bir Öteki'si var,
bir güve yeniği resmi bozan.Bilirsin ki düşünme,
bilhassa eleştirel düşünme ucu açık bir derya deniz.
Hangi kıyısına nasıl hudut çekeceksin?
Düşünüp araştırdıkça, o hususta daha fazla kafa
yordukça sesin alçalır; daha az bilir, bilgilerinden
daha çok tereddüt eder hale gelirsin. "Lakin bu
memlekette durum tam tersi. Mütereddit olmayagör,
vay haline, omuzlarına basar, suratına bakmazlar."
dedi M harfi. "Burada usul böyle, pek bir kendinden
emin olmaktır işin raconu!"
İtibarı iade edilmeyen üçüncü kelime ise "Müstakil".
"Mümkün mü bu ülkede müstakil kalmak?" diye sordu
M harfi. "Sağcıların da solcuların da öbek öbek
cemaatler halinde yaşadığı, Kemalist'inden
feministine kadar hemen her kesimin kendi kozalarında
kaldığı, cemaatçiliğin bunca yaygın olduğu bir yerde
herkes bölünmüş iken kendi küçük kültürel adacığına
bir ferdin herkesten ve her cenahtan bağlarını
kopartarak ruhen ve fikren ve vicdanen bağımsız
kalması, müstakil olması mümkün mü? Müstakilleri
sevmez bu topraklar.Vebalı gibi kaçar herkes onlardan..."
"Hal böyle ise," dedim M harfine. "Ya peki hem
mütereddit hem mütevazi hem müstakil olanın hali
nicedir?"
Güldü usulca. Acı bir tebessüm dudaklarında.*
*11 nisan 2006-zaman gazetesi- Elif şafak
14 Ağustos 2010 Cumartesi
filim tadında

-...???
-Cevap ver Nnalan! Bu zalim, bu gaddar, kirletilmiş nayatla bir başıma... Sensiz bir yaşamı düşlemeyi hafsalam nalmıyor. Senlen doğdum, seninle bildim ben kendimi senlen ölmeyi hedefliyordum.
-...???
- Çocuklarımız nolurdu, sen nonlara çılbır pişirirdin. Bense küçük ama mütevazi arabamla ekmek parası getirirdim. Nakşamları sevimli sobamızın nüstünde kestane pişirirdik. Sen kestaneleri yarardın bıçakla, bense sobanın nüzerine koyardım bir bir.
-...???
-Naile saadetimizi niçbişeyin bozmasına izin vermezdik. Aramızdaki fabrikatör kızı-şoför parçası ayrılıklarını fakir ama gururlu yüreğim kaldırmasa da içime atmaya devam ederdim.
- ...???
-Kanlıca'da yoğurt yer, Emirgan' da nisimlerimizi bir nağaca kazırdık. Yoğurt biraz pahalı olabilir ama ne yapalım, bir kereye mahsus nolunca problem nolmaz.
Ne o, gözüne toz mu kaçtı yoksa ağlıyor musun Hale, Jale... Pardon Nnalan!
-Ne...
- Şşşşş...Birşey demene lüzum yok, beni ne kadar sevdiğini biliyorum hülen!
-Allah canını almaya Fikret! Gene Türk filmi mi izledin sen? Bozacam o televizyonu. Yaramıyor sana.Sadece yediğim sıçan biraz kartmış, mideme oturdu ağırlık yaptı. Uyuyordum sadece. Hadi kalk gidelim kalk! Rezil ettin beni ele güne.
13 Ağustos 2010 Cuma
11 Ağustos 2010 Çarşamba

"EY ORUÇ, TUT BİZİ!"
Hukuk felsefesi hocamız Prof. D. Yasemin Işıktaç derslerinden birinde demişti ki:
"Acaba Ramazan'da biz mi orucu tutuyoruz yoksa oruç mu bizi? Gerçekten üzerinde düşünmeye değer bir cümle bu!"
Sanki doğru gibi söyledikleri.Ne dersiniz?
Ramazan-ı Şerifiniz mübarek olsun efendim.Esenlikle!
9 Ağustos 2010 Pazartesi
Ey Blog

Sana sevgili "BLOG" demek isterdim lakin şu wibiya denen eklentini gördükten sonra bir daha düşünmem gerektiğine karar verdim. Nesin sen blog ha, nesin sen?
Böğrümü açmıştım sana ben. Oysa senin yaptığın benim hastalıktan iniltilerim olan "oy oy"u "vote vote" diye çeviriyor olman. Reva mı bu?
Peki ya "sırlar" demek olan "esrar"ı "Marijuana" diye çevirmene ne demeli? Elin yabancısı gelip de bu adam keş mi diye düşünmez mi sanırsın hiç!
Bir de hiç utanmazmış gibi "gine"yi "guinea" diye çeviriyor. Seni çok bilmiş ufak aptal! Orda caaanım güzelim "A İstanbul" türküsünü "A California" diye çeviren bir eklentiden ne bekliyorsam sanki!
Sevgili Malın Gözü'ne bulaşmayasın blog. Kendisi severek takip ettiğimiz bir blogtur. Ancak sen ona da bulaşmadan edememişsin. Koskaca Malın Gözü Abimizi "The Eye of The Goods" seviyesine düşürecek kadar alçalmış olamazsın, olmamalısın.
Ama hakkını yemeyeyim şimdi. "Ah Semih Hoca" yı "Coach Kevin Ah" diye çevirmiş ya bu kadar uygun bir tabir olamazdı herhalde. Öpüyorum blog seni bu yüzden.Neyse bir daha olmasın blog. Gelemem böyle triplere. İki kuruşluk şerefimi elin ingilizcesine değiştirtmem, kabullenmem, kabullenemem. Bilesin.
8 Ağustos 2010 Pazar
31 Temmuz 2010 Cumartesi
yaşasın türkü

İstanbul'a bu gelişimde yanımda yaklaşık 60-65 yaş civarında tonton bir amca vardı. Malum artık neredeyse bütün firmalar koltukların arkasına ekran koyuyorlar, isteyen müzik dinliyor isteyen film izleyebiliyor. İşte bu amcam da açtı Türk sanat müziğini, dinliyor; arasıra sesli bir biçimde söylüyor da. Buraya kadar herhangi bir problem yok benim açımdan. İstanbul'a yaklaştığımız sıralarda benimle muhabbet etmenin yollarını arıyor, ben farkediyorum fakat hiç oralı olmuyorum.
Benim de enteresan bir huyum vardır. Bazı kimselerin aksine kendimden yaşça bayağı büyük olan kimselerle konuşamam. Bu onları hor gördüğümden, beğenmediğimden değil kesinlikle. Sadece onlarla konuşacak hiç birşey bulamam. soru sorarlarsa evet hayır şeklinde kısa cevplarla kapatırım olayı. Ama güler yüzüm herhalde onlarda hiç de öyle konuşamadığım kanısını uyandırmıyor olsa gerek onlar konuşur ben dinlerim.
Amcam daha fazla dayanamadı. "Yahu ne güzel müziklermiş bunlar. Acaba bunları almamızın imkanı yok mu?" dedi. Ben de: "Valla ben öyle pek fazla teknolojiden anlayan bir insan değilim o yüzden bilmiyorum." dedi. Sonra: "Türk sanat müziği eserleri hakikaten çok güzel, öyle halk türküleri gibi değiller.ne öyle o 'manda yuva yapmış söğüt dalına, yavrusunu sinek kapmış gördün mü?' anlamsız manasız ." dedi.
Tamam Türk sanat müziği gerçekten güzel bir tür falan filan ama halk müziğini çok seven bir insan olarak açıkçası benim içime oturdu bu söyledikleri. O türkü kabul ki biraz enteresan sözlere sahiptir ancak belki de sadece eğlenmek için söylenmiştir. Bunun yanında öyle türküler var ki bir tek cümleyle sizi can evinizden vurabilir, sayfalar dolusu duyguyu çok iyi bir biçimde ifade edebilir. Hem de bunu keskin Türk zekasıyla yapabilir. Hangi millet bizim kadar kıvrak bir zekaya sahiptir bu konuda.
"Ne zaman bir köy türküsü duysam, Şairliğimden utanırım" der Bedri Rahmi Eyüboğlu. Yüzlerce yıldır varlığını koruyan, söyleneni unutulmuş ama hala güncelliğini koruyan duygulara ev sahipliği yapan, bu harikulade eserlerin kıymetini bilmemek hiç de akıllı adam işi değil. Hepsinin söylenmesinin bir sebebi, bir hikayesi vardır. Artı bunların hakikaten derinlemesine incelemesi yapılsa muhakkaktır ki ülkenin o anki coğrafi, tarihi hatta ekonomik durumuna dair bile bilgi verebilir.
Örneğin şu enfes ifadeye bir bakın:
"A İstanbul (Beyim Aman) Issız Kalası
Taşına Toprağına (Da Beyler Aman) Güller Dolası
O da Bencileyin (Aman) Yarsız Galası
Gidip De Gelmeyen (De Beyler Aman) Yari Ben Neyleyim
Vakitsiz Açılan (Da Beyler Aman) Gülü Ben Neyleyim"
Bana halka tepeden bakan, onu küçümseyen, kendini beğenmiş bir tavır gibi geldi doğrusu bu durum.
Demek ki neymiş:
Her sakallıyı alim, her dedeyi tonton sanmayacaksın.Sanırsan ahanda böyle birden soğuturlar adamı işte. Papucun tersini yemiş gibi olursun suratına! Neyse nereden nereye getirdim konuyu.
Hadi hoşça ve esenle kalın dostlar!
30 Temmuz 2010 Cuma
oy oy
İstanbul'un havası yaramadı. Çok da üşüyorum. Yaz gününde pencereyi kapıyı kapatıyorum, Kışlık hırkamı da giyiyorum, öyle oturuyorum evde.
Görenler ulemanın şaşkını hırka giyer yaz günü diyecekler. Sen koskoca kışı gayet sağlıklı geçir gel şimdi yaz ortasında hasta ol!
Hani hastalığın güzel bir tarafı da vardır, eğer size bakacak birisi varsa tabi. Naz yapabilir, önünüze her geleni reddetme hakkına sahip olabilirsiniz. Bir dediğiniz iki edilmez. Maalesef ki burda o lükse sahip olmadığım için ev arkadaşlarıma ses çıkartmamaya çalışıyorum. Sızlanmaktan da hiç hazetmiyorum işin doğrusu. Çorbamı bile alelacele kendim yaptım dün.Gurbette hastalık çekmesi de zor vesselam:)
24 Haziran 2010 Perşembe
Dinle

Şimdi ben okulu uzattım ya ikinci sefere, babam bunu bi türlü kabullenemedi. Eee tabi adamı sen şimdiye kadar hep başarıya alıştır, üniversiteye gelince de tam anlamıyla çuvalla; adam haklı tabi. İşte bundan dolayı babamın işyerine böyle biraz eğitim dünyasıyla ilgili kim gelirse gelsin hemen beni arayıp: " Bak burda filanca kişi var, senle konuşmak istiyor;gel de bi konuşun" der. Ben giderim adam bi yığın soru sorar ben sıkılırım. Bu durum epeyce bir gerçekleşti.
Geçen memlekete gittiğimde de gene beni aradı. Aynı tablo tekrar etti. Ben çıldırdım tam o sıra, aniden bir öfke kabardı yüreğimde. Önü alınmaz taşkın bir baraj suyu çılgınlığıyla: " Ööfffff yeter be! Kabullen artık okulu uzattığımı. Şu insanlar da ne meraklı arkadaş. Size ne benim okulun bitip bitmemesinden. Ben can derdindeyim kasap et derdinde!" diye bağırmak geçti içimden telefonda. Ama sonra her zaman olduğu gibi tek kelime bile etmeyip sustum.Yemedi kısaca:))
Neyse ki şükür bazen susmak işe yarıyormuş.Bunları söyleseydim pek muhtemeldir ki, hatta kesinkes babamın kalbini kırmış olacaktım. Bu da bana dert olacaktı sonradan. İçim içimi kemirip duracaktı. İyi ki birşey dememişim. Hem babamın tanıştırmak için çağırdığı kişi de iyi bir insanmış. Babamın kabullenmesi için birşeyler söyledi filan. Beni sıkıştıracak laflar etmedi.
Sanırım neden bazı büyülü kitapların "Bişnev!Dinle!" diyerek başladığının sırrı ayan etmiş oldu. Bazen susmak ve dinlemek gerekir.Sustuğum, öfkeme hakim olduğum için kendi kendime minnetarım. Evet, aynı zamanda megalomanım:)
22 Mayıs 2010 Cumartesi
ah Semih Hoca

Evet eskilerden biri...Çok eski değil canım.Bİr kaç senelik.Kim ne zaman bu enstantaneyi yakalamış bilemeyeceğim ama mükemmel bir "o an".
Sevgili Prof. Dr. Semih Gemalmaz Hocamız(ortada sarı ceketli olan, krem de olabilir.) yine sevgili asistanlarıyla birlikte hızla magazincilerden kaçıyor olmalılar.:)
Rivayet olunur ki asistanlarından biri ve Semih Hoca bir helikoptere atlayıp İÜHF üzerinde dolaşıyor imişler. Semih Hoca asistanına: "Bak şimdi! Bir 10 tl atarsam bir öğrenci sevinir" demiş. Atmış ve bulan bir öğrenci çok sevinmiş. Sonra tekrar demiş ki: "Şimdi iki tane 1o tl atarsam iki öğrenci sevinir."
Asistan daha fazla dayanamamış ve: "Hocam siz kendinizi atın bütün öğrenciler sevinir." demiş. Tabi ki de asistanın sonu bilinmiyor:))
İşin şakası bir tarafa her ne kadar dersinden geçmek zor olsa ve ben ikinci seferde geçmiş olsam da bu adama saygı duyuyorum.(Saygı duymayı hak etmeyen, profesör geçinen kimselerin varlığını da gözönünda bulunduruyorum) Neden mi? Çünkü savunduğu fikirlerinin bir çoğuna katılmıyor olsam da kesinlikle boş boş diğer kimseler gibi savunmuyor. Adam gerçekten inandığı ve savunduğu görüşler hakkında bilgi sahibi; bir takım şeyleri özümsemiş mantığına ve hafızasına oturtmuş. Düşünüldüğünde çoğu söyledikleri de gayet mantıklı. "Size bir halt öğretmiyorlar.Kimse de söylemez bunları size.Hepsi martaval bunların!" sözü herhalde gayet yerinde bir söz. Birşey öğretmiyorlar çünkü. Anca beyin çöplüğü...
Bir arkadaşımdan alıntıdır:
Kızın birisi teneffüs zili çalıp (evet bizim fakültede zil çalıyordu:)ne var bunda canım biz gayet memnunduk) da hocanın peşinden koşarken tahmin edersiniz ki "hocem hocem!" diye naralar atarken bizim hoca kızın bu gayretini karşılıksız bırakmamış tabi. "Hööö!" diyecek kadar nazik bir cevap karşısında kızcağızın bilmem dumurluk halini anlatmama gerek var mı?:))
19 Mayıs 2010 Çarşamba
bir balık olsaydım

Kadim zamanlardan kalma ne kadar eskimiş ve suyun salınmasıyla esrimiş, yosun bağlamış, gözden ıramış şey varsa hepsinden bir bir haberdar olabileceğim.
Sevgilerini yitirip kızgınlıkla suya atılan bir yüzüğün kıymetini ancak ben bilebileceğim bundan sonraki çağlarda.
Boğazın serin sularında ciğerleri yırtılırcasına boğulan birisine hem yardım etmek sancısıyla hem de dalga geçerek "o kadar da zor değil, bak ben nefes alabiliyorum." diyerek avazım çıktığı kadar bağıracağım.
Denizlerde zamanın ağır işleyen yelkovanındaki gibi akıp giden beyaz yelkenli gemilere yarenlik edeceğim, hoş bir sohbet tutturacağım onlarla.
Ne acı, ne hüzün, ne özlem, ne sevinç,... Belki de hepsini unutacağım bir kaç saniye sonrasında.
8 Mayıs 2010 Cumartesi
Hatırla ama

Ayrılık atına eğer vurdun inadına.
Ama bizi unutma; hatırla ama!
Sana temiz dostlar, iyi dostlar, bağdaş dostlar
Yeryüzünde de var, gökyüzünde de var.
Eski dostla ettiğin yemini hatırla ama!
Sen her gece ay değirmisini
Başına yastık edince yollarda
Dizimde yattığın geceleri hatırla ama!
5 Mayıs 2010 Çarşamba
yusuf yusuf

Sadece iki dersim var tamam falan filan; ama şu İnşaat hukuku denilen osuruktan seçimlik ders, hocası yüzünden bana akla karayı seçtirdi.Nerden seçtim yahu?Dört senedir genel itibariyle seçtiğim dersler iyiydi ama bu tam başıma bela oldu.Hocası emekli filan olsa da ben de kurtulsam ya aaaa!!! Bi insan evladı-homo sapiens-er kişi neden bu kadar kasar seçimlik derste? Bu kişinin hakkında beddualar etmek caiz değil de nedir? Hatta hatta bütün fakülte öğrencilerinin hayır ve selameti için müstahab bile olabilir be!!!
Artık bir türlü çalışasım da gelmiyor. Sıkıldım iyice ders görürsem kusacağım sanki, o derece yani... Ama bir yerinden tutmak gerek artık.Yusuf da eşlik eder herhalde, bu halimde yalnız bırakacağını hiç sanmıyorum zat-ı alisinin.
Not: fotoğraf arkadaşım Kamer'e aittir.kendisinin izni olmadan çoğaltılmış ve kopyalanmıştır.bu durum fikir ve sanat eserleri kanununa aykırı olsa da boşverin siz de kullanın:) Kendisi bu yazıyı okuyunca bana çemkirebilü çemkirmeyip teşekkür de edebilü:).Ben ikincisini ümit ediyorum.
Not2: kalan 2 dersimden birisi sosyal güvenlik hukuku değil.şükür onu geçen sene geçmiştim.
29 Nisan 2010 Perşembe
yeni yetmenin feryadı
Yok efendim bizim patron hanım kızımız kendisinin gençliği yıllarında bütün dosyaların hepsini bilirmiş de, benim dosyayı bir yığın dosya içinden hatırlayamamam işimi önemsemediğimden kaynaklanıyormuş da, sekreter kızcağızımız bir doktora gidecek olduğunda izin vermişmiş de,... diye uzanan feryat figanlarla yıkanıp ve bilimum fırçalarla temizlendikten sonra içimden yaşlı babaannem gibi söylene söylene, homurdana homurdana bürodaki odama geçtim. Kendimce haklıydım, işe gireli daha bir ay olmuşken, müvekkilleri daha yeni yeni ayırdederken nerdeeee ki bileyim ben dosya numarasını! Oldum olası rakamlarla arası da iyi olmamış, kendi cep telefonu numarasını bile rehberine kaydeden birinden söz ediyoruz bir de... Hele hele ki işin en zor kısmı olan acemiliği bile yeni yeni atlatmaya çalışırken taze caanım gülü dalından koparmak, yeni palazlanmaya çalışan güvercinceğizi yuvadan hadi uç diye atmak reva mıdır analar, bacılar, yağlanıp güreş tutan dayılar...?
Zaten tüm bu fırçalardan sonra da bütün aksilikler ve terslikler üstüste geldi.
İleri de memur olmayı düşleyen her genç erkek gibi, rüyalarında beyaz takım elbiselerle bir devlet dairesi ile muradına ermek isteyen ve kerevetine çıkmak isteyenlerden oluşan da bir çevresi olan naçizane bendeniz, memur taifesinden pek bir dertliyim efenim. Sormayın; zat-ı alileri pek bir hatırnaz sayılmazlar. Tamam hakları var sürekli dur'dan anlamaz "Hu dedikçe yulafa giden kimseler"le dolu bir gün geçirsem takdir ederim ki ve siz de ediniz ki anlayışlı olmam pek bir mümkün olmayabilirdi. Ama iki gözüm, doğru sözlüm, perçemi pullum! Şu sessizce işini görüp hemencecik kaçacak ve kimselere baş belası olmayacak olan beni ne demeye geri gönderirsin de yüzümü kara, boynumu bükük, geleceğimi umutsuz, geçmişini sövülmüş eylersin; Ehl-i insaf yok mudur diye feryat yaktırır, zılgıtlar çektirirsin.
İğrenç bir gündü hasılı kelam.Neyse ki bitti de kabustan uyanır gibi olup kendimi eve zor attım. Hayırlısı ya bakalım yarın da haciz var, daha neler göreceğiz.
Aman efenim aman! Bari sizin gününüz güzel geçmiştir. Sinirsiz geceler efenim.
23 Nisan 2010 Cuma
dua

Biliyorum ki zorluklarla denemek ve sınamak için gönderdin.
Ve yine biliyorum ki kuluna kaldıramayacağından fazla yük yüklemezsin.
Dilim dese de bunları gönlüm kabullenemiyor bi türlü.
Sen kabullenmeme yardım et.
Doğru yolundan saptım, her yeni gün daha da battım günaha.
Nefsim her geçen gün güçleniyor.
Tövbelerimin süresi her geçen gün uzuyor.
Elim, dilim, gözüm, kulağım her türlü günahı işledi de meşrulaştırıyor
Titreyen gönlüm tiremez oldu artık;
Bir an mahzun sonra hemen kaybolup gidiyor şirretlik içinde.
Yaşlanmaz oldu, kurudu gözlerim.
Merak ediyorum ne kadar Habibi'ni mahzun ettim diye.
O'na(sav) layık bir ümmet hiç bir zaman olamadım.
Ya O da mübarek Sırtını çevirirse bana...
"Sen gittikten sonra bunlar ne haltlar karıştırdılar Ey Muhammet bir bilsen!"
sözü benim için söylenmişse şayet...
Kime gideyim o zaman ben Ey Allah'ım?!!!
Kimin kapısını çalayım?
Sen'in buğzettiğine kim lutfetsin Ey Rahman?!
"Sür'ün şimdi yüzüstü cehenneme,gidilecek ne kötü yerdir orası"
dendiğinde saçlarımı kimler yolsun, kimler ağıt yaksın o gün bana?
Ama biliyorum ki Sen En Merhametli'sin.
En Bağışlayan'sın.Affetmeyi de seversin.
BİZİ DE AFFET!!!
22 Nisan 2010 Perşembe
120
12 Nisan 2010 Pazartesi
bir nefes hikaye (devam)

Bir hayalden uyanmış gibiydi.
7 Nisan 2010 Çarşamba
bi nefes hikaye
Aylardan Ağustos.sıcak mı sıcak bir gün.rüzgarın boğazına gümüş bir bıçak dayamışlar gibi gıkı çıkmıyor.tüm hıncıyla ve gareziyle gürleyen güneş gitmiş, savaştan yorulmuş bedeniyle yatağına usulca sokulmuştu.dolayısıyla da günün tüm harareti dinmiş ve bir tek ağustos böceklerinin cırıltıları geceye eşlik ediyordu.bir de uzaklardan rızkı için didinen baykuşların ayak sesleri...
Ve ben vardım.uyuyamamıştım,kendimi dinliyordum sessizce.bazen iyi geliyordu da bazen nedense içimi acıtıyordu bu.yine içimin acıdığı zamanlardan birindeydi.sıkıntılı bir yürekle kaldırdım başımı göğe ve sıcaklığın vermiş olduğu baygınlıktan sonra serinliği dinledim.gözlerimi kapamıştım,sanki kaparsam her şeyden uzaklaşacaktım.dinledim,dinledim,dinledim dakikalarca sessizliği ve kainatın sessiz çığlığını.o da ben gibi susuyordu avazı çıktığı kadar.aniden izleniyormuşum hissine kapıldım.gözlerimi açtığım tam o sırada gökyüzünde ayla gözgöze geldik.önce haşin sonra merhamet dolu gözlerle baktı.anlamıştım beni sevmişti.belki de gözlerimden kalbimi okumuştu.sessizliği gene onun esrik sesi bozdu:
-Nasılsın çocuk?Hayrola bu saatte ne gezmekte; neyin peşini sürmedesin? dedi. sevmezdim öyle yabancılarla sohbet etmeyi.neyim olurdu ki onlarla konuşacak?hem annem sıkı sıkı tembihlemişti.büyümüş olsam da hala annemin öğütlerini tutardım.ses etmedim ama beni konuşturmasını biliyordu:
-Sana bir hikaye anlatacağım, dedi.Ama aramızda kalacak.kimselere duyduğunu söylemeyeceksin."tamam." anlamında merakla ve kocaman açılmış gözlerle kafamı salladım.hala temkinli yaklaşıyordum.
-Yıllar yıllar öncesinde Güneş ve ben iki sevgili idik.ne dünya ne de içindekiler böyle bir sevgi görmemiştir bugüne dek.ben onu sevdikçe o aşkımın ateşinden yanıyor bense onun ışığının parlaklığıyla aydınlanıyor,her gün biraz daha fazla yansıtıyordum onu ve dillere destan güzelliğini.ben güneşe hayran,ona meftun,ona tutuklu...gözüm ondan başkasını görmüyordu.her sabah birlikte doğuyorduk dünya üzerine ve dünya üzerindekilere.akşam yine sessizce beraber çekiliyorduk.Ademoğlundan birisi demiş ya "aşk köpeği bile kafiyeyle havlatır" diye,işte her şey öyle şiirseldi.
Devamı gelecek...
4 Nisan 2010 Pazar
bahar

Bahar gelmiştir benim memleketimin dağlarına şimdi.sümbülü,lalesi,gelinciği, papatyası,kırmızı kırmızı kirazı,bembeyaz gelin eriği,turuncuya çalan kayısısı serpilmiştir her yana.ferahlık verir insanın içine,dinginlik verir insan ruhuna.tarlaların kimi asil ve burnu havada mordur;kimi yangın yeri kırmızıdır;kimi ise can ve göz alıcı sarıdır.
Bi memleket havası çekmem gerek galiba tez zamanda:)özledim anlaşılan.bugünlerde fazla duygusal mı davranır oldum ne!!!ama en güzel mevsimlerinden birini yaşıyor şu an.bense istanbulun bu kalabalığında boğulmuşum gibi geliyor.tamam lale mevsimi İstanbul da güzeldir ama benim memleket havasını vermez hiç bir zaman.
en kısa zamanda ben bi kaçamak yapayım en güzeli.hem annecağızımın enfes yemeklerini de özler bu mide.kaç zamandır aynı ve klasik öğrenci yemeklerinden bi nefes alması lazım.ee boşuna atalar dememiş; erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer:)gerçi kendisine iyi bakan bi insan olarak bu kadar zayıf olmam da soru işaretleri bırakıyor kafamda.bu yediklerime ne oluyor?
Konu nerden nereye geldi farkettim.neyse burda noktalayayım bari daha fazla saçmalamadan:)
3 Nisan 2010 Cumartesi
Şems ve Kerra

Bir Allah bilir ne konuştuklarını.geçen gün helva ikram etmek için yanlarına gittiğimde öyle ateşli konuşuyorlardı ki beni fark etmediler bile.ben ortalıktayken Şems genellikle birşey söylemez,varlığım onu mutlak suskunlağa itermiş gibi.ister muhteşem bir ziyafet hazırkayayım,ister kuru ekmek ikram edeyim,hep aynı ifadeyle teşekkür eder.zaten hep az yer,dişinin kovuğunu dolduracak kadar.ama gel gör ki bu sefer tabaktaki helvanın tadına bakmasıyla gözlerinin parlaması bir oldu.
"Helva ne kadar lezzetliymiş Kerra,ellerine sağlık.nasıl pişirdin?" dedi Şems.
O an bana ne oldu bilmiyorum.iltifatına sevineceğim yerde hiddetlendim."ne demeye soruyorsun?anlatsam bile aynısını yapamazsın ki!"
Şems dediklerime hak vermiş gibi hafifçe başını salladı.birşey söylemesini hatta terslemesini bekledim ama yapmadı,öylece durdu.
Bir süre sonra odadan çıktım ve onları başbaşa bıraktım.doğrusu bu hadiseyi tamamen unutmuştum.ama bu sabah öyle birşey oldu ki herşeyi yeni baştan hatırladım.
Ocak başında yayıkta yağ yapıyordum ki avludan garip sesler duydum.dışarı koşunca tuhaf bir manzaraya şahit oldum.her yanda kitaplar vardı;kuleler halinde üstüste dizilmiş,ha devrildi ha devrilecek, yüzlerce kitap ve el yazması saçılmıştı ortalığa,bir o kadarı da şadırvana atılmıştı.mürekkepleri çözüldüğünden şadırvandaki su maviye çalmaya başlamıştı.
Şems gözlerimin önündeki kitap yığınından bir kitap çekti.şöyle bir karıştırdı ve pat diye suya attı.baktım Divanü'l Mutannabi.kitap su yüzüne çıkar çıkmaz bir başkasına uzandı.bu kez sırada Feridüddin Attar'ın Esrarnamesi vardı.
Dehşete düşmüştüm.kocamın en sevdiği kitapları tek tek mahvediyordu.sırada Rumi'nin babasıdan kalma Kamusul-A'lam'ı vardı.Rumi'nin babasına hayranlığı, bu eski el yazmasına olan düşkünlüğünü bildiğimden hemen dönüp kocama baktım.
ne var ki Rumi yana çekilmiş kıpırtısız duruyordu.beti benzi atmış olsa da,elleri titrese de ses çıkarmıyordu.aklım almadı.vaktiyle sırf kitaplarının tozunu aldım diye beni azarlayan adam gitmiş,onun yerine, tüm kütüphanesini mahveden deliyi kenardan izleyen biri gelmişti.ağzını açıp tek kelime etmiyordu!hiç adil değildi.madem Rumi karışmayacaktı bu işe,ben karışacaktım.
"Ne yapıyorsun?"diye bağırdım Şems'e."bu kitaplar son derece kıymetlidirne diye onları suya atarsın?sen aklını mı yitirdin?"
Şems bana yanıt vermedi,başını Rumi'ye çevirdi."Sen de mi böyle düşünürsün?" diye sordu.Rumş dudaklarını büzdü,belli belirsiz gülümsedi ama susmaya devam etti.
"Neden bir şey yapmıyorsun?"diye bağırdım kocama.Rumi bunun üzerine yanıma varıp sıkı sıkıya elimi tuttu.
"Sakin ol Kerra,lütfen.Şems'e itimadım tam.böyle davranmasının elbette bir sebebi vardır."
Şems omzunun üstünden bana şöyle bir baktı.rahattı,belli ki kendine inancı tamdı.cübbesinin yenini sıvadı,kollarını suya daldırdı ve başladı tek tek şadırvandaki kitapları çıkarmaya.hayretten küçük dilimi yuttum,zira sudan çektiği her kitap kupkuruydu.
"Sihir mi bu kara büyü mü?nasıl yaptın?" diye sordum.işte o zaman Şems gayet sakin bana baktı ve şöyle dedi:"Ne demeye soruyorsun?anlatsam bile aynısını yapamazsın ki!"
Öfkeden zangır zanfır titreyerek onları avluda bıraktım,koşa koşa mutfağa döndüm.artık tek sığınağımdı mutfak.ve orada onlarca tencere,tava,yığınla ot ve baharat ortasında yere çöküp ağladım,ağladım.
NOT:Kerra:Mevlana'nın ilk hanımı öldüğü için evlendiği ikinci eşi imiş.
(Elif Şafak "Aşk" syf:252,253,254)
31 Mart 2010 Çarşamba
rüya

Bir taraftan da aklımda türlü düşünce.işte bitti hayat oyunu.ne bekliyor acaba?bilinmeyenin korkusu,güvenmenin emniyeti,ölümün ekşiliği damağımda harmanlaşmış.Adil ve Merhametli olanın elinde artık hüküm.
Nasıl oluyorsa evde kimseler yok.halbuki öldüğümün herkes farkında.mutfağa koşuyorum.koşmak değil galiba ışınlanmak gibi,ya da uçmak gibi bişey bu.Güzel annem dizlerini çekyat üzerinde kısmış ,eline Kur'an almış okuyor.ama hissediyorum ve biliyorum ki benim için okuyor.ferahlıyorum.ellerim buz gibi,hem heyecanlıyım hem annemi bir daha göremeyeceğim için üzgün,daha çok da o üzgün olduğu için üzgünüm.yanağına hafifçe elimle dokunuyorum,elimi koyuyorum.elim o kadar soğuk ki annemin sıcaklığı karşısında tereddüde düşüyorum.ama annemin yanağı cayır cayır...evlat ateşi öyle yakmış anlaşılan.ama buz gibi elim nasıl ferahlatıyor onu.derin bir "ohhhhhhh!" çekiyor anlıyor ben olduğumu,hissediyor.gözlerinden yaşlar dökülüyor.elini elimin üzerine koyuyor."Biliyorum burdasın,benimlesin" diyor.benim de hıçkırıklar takılıyor boğazıma.o anın heyecanıyla ve boğazımda bir hıçkırıkla uyandım.
26 Mart 2010 Cuma
ben çocukken...

Bir de Eti Puf 'ların üzerindeki o siyah ya da renkli tanecikli şeyleri(tamam itiraf ediyorum adını bilmiyorum onların) marşmelovundan,daha sonra da marşmelov ile bisküviyi(püskütü) birbirinden ayırırdık.hepsini ufak parçalara böler,saydam çanağının içine koyar,püskütü en sonraya bırakarak yerdik.hey Allah'ım!!!daha bi tatlı oluyordu herhalde öyle?tabi oluyordu.dadından yinmiyordu:)
Gazoz kapağı için çıkan mahalle savaşlarını ise hiç saymıyorum bile.düzeltilmiş ya da yamulmuş olanlar daha az değer ediyordu.düzgün olanlar ise parayla pulla satın alınması imkansız, borsa da rayici bile bulunmayan "kıymetlimisssss"lerdi onlar bizim.mermer taşı aldın mı eline,savurdun mu çizgiye doğru,çıkardıysan bi tane düzgünlerinden senden zengini ve şanslısı yoktu o an.
Ha son olarak da incecik tüpler içinde kırmızı-sarı-kırmızı sıralamasıyla iştah kabartan tozlar vardı.sanırım içindeki oralet tozu gibi birşeydi.hafif ekşi ama daha çok şekerli ve tatlı bir tadı vardı.o kadar ince bir plastik tüp içine koyuyorlardı ki kafanı kaldırıp ağzına dikerken dilin değince,ıslanır ve çıkmaz olurdu.ağzını bıçak ya da makasla kesmen gerekirdi ki devam edebilesin.
Büyüdükçe tabi bunlar da hem unutulup hem de daha büyük problemlerle boğuşmaya başlıyor ya insan,hayat işte o zaman çekilmez hale gelip monotonlaşıyor galiba.geçmiş ondan tatlı geliyor belki de dimağlarımıza.
24 Mart 2010 Çarşamba
ilk ege denemesi

Nese fazla uzattım;İcra dayiresine gidip varıdım.Bi de ni gören?Ey Guca Rabbııııım, didim heralda enki adam öldü de gömmee unudmuşla.evelce böle göze göze hanımları, beyleri görüdüm de kendimce -Rabbım'ın gücüne gitmesing emme-ey Allahım bizi ne deyi yarattın der idim:)ama sonadan fikrimi deniştirdim ki ne deniştirmek.tam zıttı istikamete...öle çirkin öle meymenetsiz bi herif imiş ki olmaz hu derece hanı.huycak da pek gudubet bi herif imiş ki sonradan anladım.milletin dosyasında eksik,mahana bulunca kafasına atıyo "ben bunları imzalemecem.va' tamamlamadan getime bene gari" deyo.
Allah'ıma bin şükür ossun benim dosyama mahana bulmadı de benim işim çabuk bitti hu adamnan.ben de rahadınan bi nefes aldım.yarın gine gööcem aynı herifi emme bu sefe işim yok gibi.eskile dirledi ingsanın içi dışına dışına yangsırmış deyi.hakkaten de hu ganıtı oluvedi.ne diyen ben gari;Allah ıslah etsin de ingsanlıı hizmet etmening Hakka hizmet olduunu anglayıvesin.
İresim de alakesiz olmuş emme yüzüngüzü güldürsüng deyi goydum.
19 Mart 2010 Cuma
bırak da yaşayayım

Bazen neden bişeyi kabullenmez büyükler.sırf biz söyledik diye daha dünkü b.k muamelesi görmek sinir bozucu.illa ki kendi nefislerini tatmin etmek için biz çocuklarına yaptırdıkları şeylerin bazen hayatımızı zehir ettiğini farketmezler mi,yoksa işlerine farketmemek mi uygun düşer?ya da kendi yaşamak istedikleri hayatları bize zorla mı yaşatmaya çalışırlar,bizim kendi hayatımıza rağmen?bazı arkadaşlarım bu kadar hayatına müdahale ettirme diyorlar.haklılar da belki ama bunu onlara, onları kırmadan nasıl yapacağımı bilmiyorum.bişey söyleyip kırmak hiç hoş olmayacak ama söyleyince de kaçınılmaz netice olarak bu sonuç ortaya çıkacak.söylemeyince de onların hep küçük çocukları olmaya devam edeceksin, büyüdüğünü hiç farketmeyecek ve sürekli müdahil olacak, bazen sıkacaklar da...
14 Mart 2010 Pazar
ne var

"ECCE HOMO"
10 Mart 2010 Çarşamba
eksik bişey

Varm'ola ki acep şöyle kendimden bile kaçabileceğim bir yer?zira kendi kendime katlanamıyorum.devamlı stres, devamlı paranoyakça ve sonu gelmez bir ses...içim içimi yiyor her seferinde.yok millet ne der,yok onaylarlar mı,yok kırılırlar mı?kendimi bile tanımazken onların elbette ki beni tanımasını ve anlamasını bekleyemem ama bu kadarda gelmeyin canım üstüme.var bişeyler ya eksik ya yanlış ama kimden kaynaklanıyor bilmiyorum.belki de kendimden..
2 Mart 2010 Salı
köy gibi
23 Şubat 2010 Salı
neyse çok iğrenç oldu..boşluktan bu hallere düştüm anlaşılan..
21 Şubat 2010 Pazar
korkak seni

taaa en başından başlamak.ama sonra düşünüyorum aynı şeyleri tekrar yaşayabilir miyim!korkuyorum haliyle...
Benim umursadığım,değer verdiğim insanların beni,benim onları umursadığımın yarısı kadar bile umursamadıklarını ve değer vermediklerini görünce bu isteğim daha da fazla artıyor.ama yemiyor tabi!sonrasında tamamen yapayalnız kalakalmak da var işin ucunda.korkuyorum haliyle...
Sonra,bir işi elime gözüme bulaştırmakta üstüme yoktur.ne zaman birine yakınlaşmaya çalışsam olay hemen "kanka,dost,kardeş" ayağına döner ki bu durumdan artık iyice tiksinmeye başladım.bu nedenle ben de artık kimseden hoşlanmıyorum. dizginliyorum kendimi.dizginlemezsem bu durum beni hem incitiyor hem de sinirlendiriyor çünkü.ama sonumu düşününce korkuyorum haliyle...
Ben de kafesli bir pencere arkasından izliyorum hayatı.korkunun ecele faydası yok biliyorum ama eceli de ertelemesi pek muhtemel gibi geliyor.velhasıl;
KORKAK adamın biriyim ben korkak!!!
17 Şubat 2010 Çarşamba
4 Şubat 2010 Perşembe
rüyalar
31 Ocak 2010 Pazar
ateş
29 Ocak 2010 Cuma
ölümün şiiri

nefes zulüm,yaşam zulüm
ağıtlar dökülürken gözlerimden
Ey dost!sen tut;sen tut ellerimden.
Şiirler söylerken en yanık perdeden
ebabiller insin teker teker göklerden
lanetlesinler tüm dünyayı
yaksınlar tüm asyayı
Kalmasın bir yaş, yere düşmedik
solsun, bir bir çiçekler
Ağlasın ormanlar,çağlasın ırmaklar
dağlasın yürekleri ateşler..
sana şiir yazdım ölüm
sonu zulüm, başı zulüm