29 Ağustos 2016 Pazartesi

kadın&erkek&kültür

   Ülkem erkeği bir Marlon Brando değil kabul ediyorum ama, ülkem kızındaki bu ego, bu herşeyi erkekten bekleme, "Kız evi naz evi, ee kız almak kolay mı" hastalığı neyin nesidir, anlamakta gerçekten zorlanıyorum.  Bu nasıl bi kafadır, nasıl bir bakış açısıdır, nasıl bi beklentidir? Ne yiyip ne içiriyorlar kızım size?  Bu ne saçma bir kültür! Neyse sakinim! 

   Ama asıl suçlu biz erkekleriz. Biz erkekler, siz kadınlara bu kadar bulunmaz hint kumaşı muamelesi yapmasaydık, en çirkininize bile kendimizden ödün verircesine sulanmasaydık, belki daha iyi olacaktı. Kabul edin, dışarda size düzeyli şekilde sulanan, iş atan erkekler hoşunuza gidiyor(çünkü bunu daha sonra ağzınız sulana sulana anlatıyorsunuz, özellikle kız arkadaşlarınıza), rahatsız olduğunuzu söyleseniz de. 

  Hiç bir zaman böyle bir erkek olmadım, kadınlara kendimden ödün verircesine(argoca köpeği imişçesine) davranmadım. Yukarıdaki ekran görüntüsündeki gibi davranmalarını naz olarak algılamadım. Hayır dediklerinde peşlerine takılıp salça olmadım ve bilin bakalım kim kaybetti, en çok bu konuda kim eleştirildi, arkamdan kimler neler düşündü?

   Erkek evlendikten sonra artık kadının dırdırına katlanamaz hale gelince, onu umursamamaya başladığında, kısaca kadının tüm bu beklentilerini evlilikten sonra karşılamayınca ne oluyor peki? Gene söyleyeyim. Erkeğe "Odun" diyorsunuz. "Sen çok değiştin, evlenmeden önce böyle değildin!" diyorsunuz. Hayır gerçekte hep öyleydi, sadece size yaranmaya çalışıyordu. Çünkü siz kadınlar öyle istiyordunuz. Siz öyle istediğiniz için de olmadığı biri gibi davranıyordu. 

   Neyse gene sakinim!

   Sakinim dedim!  

15 Temmuz 2016 Cuma

z.kicem evliliğinizi(küfür içerir)

    Evlilik aşkı öldürür mü bilmem ama kesinlikle arkadaşlığı öldürüyor. En yakın arkadaşım dediğim pezevak, 31 Temmuz'da evlenecek. Önceden iki gün aramasam telefonda: "Unut zaten sen bizi, biz Ankara'nın bozkırında-ayazında sevdik seni, hasta mıyız ölü müyüz sorma sen!" diye carlayan, etmediği laf kalmayan adam, şimdi ben aramasam aramıyor, sormasam sormuyor. Arayıp ben çemkirdiğimde de; "Ya Sebo!" diye başlayan binbir bahane buluyor. Telefonu kapatırken kendimi özür dilerken buluyorum.

   Kızlar! Napıyosunuz kızım siz bu erkeklere? Bazen, dünya kadar malın olacağına 20 gr a.ın olsun lafına hak verir hale geliyorum amk. Evlenince istisnasız mı hepsi aynı olur ya! 

  Adamla 11 yıllık geçmişimiz var, yapmayın kıymayın bize. Yormayın bu çocukları, yemeyin beyinlerini zombi gibi, hoşafa çevirmeyin garibim yurdum erkeklerini. Yazık zaten 2 gram beyinleri var onları da almayın başlarından.

5 Haziran 2016 Pazar

bir katilin güncesi

 
   Geçen gün evime, büyük ihtimalle balkondan veya gün boyu yarı açık penceremden, kertenkele yavrusu girmiş. Evi temizlerken aniden koltuğun arkasından çıkıverdi. Tabi en az onun kadar ben de panikledim. 

   Genel olarak hayvanları sevsem de böcekleri ve sürüngenleri sevemiyorum. Hatta onlardan korkuyorum. Bir tanesini gördüğüm anda teyakkuza geçiyorum, ayağımın üzerinden, kıyafetlerimin içinden özellikle bornozdan çıkıverip soğuk temasını sırtımda hissedecekmişim gibi geliyor. Oldukça korkunç geliyor bu da.

   O heyecanla gidip etkili bi böceköldürücü veya sineksavar aldım. Üstüne fıslatınca birden kaçmaya yeltense de sıkışmış olduğu için bir yere gidemedi. Üstüne baya boca ettim. Biraz bekledim ve hiçbişey olmayınca "Bu sinek ve böcekler için kertenkeleye yetmedi." diye düşünüp onu kendi haline bıraktım. Ertesi gün yarım kalan temizliğimi yaparken ters yatmış vaziyette onu gördüm. Ufacıktı, parmaklarını gergince açmıştı. 

   Gidip çalı süpürgesi ile küreği getirdim. Almaya çalışırken yüzü birden bana döndü ve göz göze geldik. Ama artık boş bakıyordu. Halbuki ne kadar sevimliydi. Sanki gülüyor gibiydi, üstelik hala yavruydu. Tek hatası benim evime girmek olmuştu. 

   Biz insanlar ne kadar da kıskanç yaratıklardık. Kendimize ait olanın içinde başka hiç bir canlıya yaşam olanağı tanımıyorduk. Üzülmüştüm. Böyle küçük hatta sevimli sayılabilecek bişeyi öldürdüğüm, onun yaşam hakkına saygı duymadığım için... Onu canlı halde alıp dışarı atabilirdim. O da hayatına istediği şekilde devam edebilir ve hayat mücadelesinde kendine düşen rolü en iyi şekilde oynayabilirdi. Ben ona fırsat vermemiştim. Kendi korkumun ve tiksinmemin bedelini o canıyla ödemişti. Hiç de tiksinilecek bişey yapmadığı halde üstelik...

   Pişmanım, gene geldiğinde seni canlı dışarı atamayacak olmama ve gene sanırım öldürecek olmama rağmen. 

    Huzur içinde uyu!!! :(

24 Mart 2015 Salı

kas-ego


   Kas ile ego arasında inanılmaz bir doğru orantı var. Kas ne kadar büyür/genişler/gelişirse ego da aynı oranda büyüyor/şişiyor. Buna karşılık ego ile beyin arasında da ters orantı; ego ve kaslar şiştikçe beyin küçülüyor. Önceki gittiğim spor salonu nispeten köklü ve çarşı içinde bir salon olduğundan genel olarak şişkin, kaslı tipler ağırlıktaydı. Burunlarından kıl aldırmazlar, yüzüne bile bakmazlardı. Onların egolu oluşları ve benim de biraz çekingen yapım dolayısıyla hiç kimseyle ne muhabbet ettim ne de tanıştım. 

   Şu an gittiğim spor salonu yeni açıldı ama müşteri yoğunluğu oldukça fazla. İnsanlar genel olarak sempatik ve arkadaş canlısı. Bir kaç bencil insan dışında konuşmaya meyilliler ve sohbet etmek için adım beklemiyorlar. Bu salona başlayalı henüz bir buçuk ay olmasına rağmen şimdiden konuştuğum insan sayısı hiç de az değil. Dışarı çıkıp çay içip sohbet edelim diyen bile oldu. 

   İletişim önemli. Egolu insanlardan hoşlanmıyorum. Belki ilk adımı atmakta çekingenim ama sonrasında tanıyanlar çok sıcak kanlı biri olduğumu düşünüyorlar, ki sohbet etmeyi, kafa dengi insanlarla iletişimde kalmayı da severim. 
    Kaslar önemli, şişirin ama sadece kasları, egoları değil, aman!!! 

11 Mart 2015 Çarşamba

bazı şarkılar


Bazı şarkılar çok "Sen Sus! Ben konuyu biliyorum!".

8 Mart 2015 Pazar

bir pazar kahvaltısı


   İnsanın çocukluğuna dair anıları unutulmuyor. Güzel de olsa acı da olsa... Biz pazar günleri mutlu olurduk. Özel bir anlamı vardı pazar günlerinin. Hani şu Model ve Emre Aydın'ın söylediği Bir Pazar Kahvaltısı şarkısı(dinlemek için şarkının adına gelip tıklayabilirsin) var ya, hüzünlü ve ayrılık kokan bir şarkı olmasına rağmen, dinledikçe aklıma o günler gelir. 

   Neden bilmiyorum çocukken pazar günleri ev daha bir neşeli olurdu. Kahvaltı sofrası daha şenlikli olur, annem daha güzel şeyler yapardı. Haftaiçi vakit olmadığından yetiştiremediği şeyleri pazar günleri özellikle yapardı. Tost yapardı mesela, veya yumurta haşlayıp çoban salata yapardı. Sonra TRT'de babamın gençliğinde izlediği western filmleri olurdu, hep beraber dalga geçerdik babamla. Normalde sinirli bir adam olmasına rağmen o da bizim espirilerimize katılırdı. Sonra bir dönem Büyük Kedilerin Günlüğü belgeseli çıkardı. 

   Kahvaltıdan sonra bir yerlere giderdik. Ayvalık'a giderken sağ tarafta İçmeler diye bir yer vardır. Sıcak havalarda serin denizden çıktıktan sonra mangalda pişmiş etler ne kadar güzeldi. Ben en çok köfteleri severdim. Sonra karpuz, meyve yenirdi. Yemek yemekten o kadar şişerdim ki, sanki hiç acıkmayacağımı düşünürdüm. Bazen de zeytinliğimize giderdik. Kekik ve çam kokardı dağlar. O zaman hem çalışır hem de piknik gibi yapardık. Güzel, rengarenk çiçeklerin soğanlarını çıkartıp bahçeye ekerdim. Ama o çiçeklerin hep başına bişeyler geldi. Bir sonraki seneye bir türlü çıkamadılar.

   İşte öyle! En son herkes dağıldı evden, ablam evlendi, ben gittim, babamlar da kendilerini oyalamak için tarla bahçe işine sardılar. Şimdi arada bir görüşebiliyoruz. Herkes bi yerlerde. Birbirimizi görmeden yaşlanıyoruz.

15 Şubat 2015 Pazar

Hayatı şiir tadında duyumsamak


   Dün malum sevgililer günüydü. Bizim Balkızla bir arada değildik/değiliz. Ama kulaklarımda "Elbet bir gün buluşacağız." çalıyor. Evet, o umarım yakın bir zamanda İstanbul'a geldiğinde kaçırdığımız ilk Sevgililer Gününün acısını çıkartacağız.  İnsan nasıl sevgisini sadece bir güne sığdırabilir! Böyle bişey nasıl sadece bir günle sınırlı kalabilir, kalmamalı.

   Ben Balkız'a internet üzerinden güller gönderdim. Klasik hareketler bunlar biliyorum ama napim, pek romantik bi adam değilim. İnsanın beyni eşek olunca hoşaftan da anlamıyor tabi. Hastaneye/İşyerine gönderdim. Nöbetteyken pek konuşamıyoruz, arayamıyor ama öğle saatlerine doğru bi baktım o arıyor. Hediyemi almış. Nasıl heyecanlı geliyor sesi. Çok mutlu, enerjik... Ben beklemem böyle şeyler, dese de sesindeki heyecan için güller bile sönük kaldı diyebilirim. Onun mutluluğu bana da bulaştı tabi. Biraz konuştuk, gitmesi gerekti.

   İçi içine sığmayan, öyle çok heyecanlı bir adam değilim, aksine Sakin Amca sayılırım. En yoğun yaşadığım duygu; korku, utanma ve tedirginliktir aslında. Mutluluk öyle değil, çok bulaşıcı bir şey. Gülen gözleri telefondan bana baktı sanki. Karşımda kara bir çift göz. Mutlu oldum. Yine o şiir takıldı dilime: "...İkimiz birden sevinebiliriz....Bir ellerin bir ellerim yeter...Göğe bakalım.

6 Şubat 2015 Cuma

bir kedi ve plaktaki şarkı


Bilmediğim güzel, çok şey var;
hatta güzel şeyleri bilmediğim için üzülüyorum 
ve bunları keşfedecek kadar uzun bi ömrüm olmadığı için de..
Ve buna rağmen 
keşfetmek için çaba sarfetmediğim için de...

11 Ocak 2015 Pazar

göğe bakma durağı


"Bir ellerin, bir ellerim yeter, belleyelim yetsin,
  Seni aldım bana ayırdım, durma kendini hatırlat,
  Durma kendini hatırlat,
  Durma göğe bakalım!"*   

   Sözün neresinden başlayacağını bile bilmediğin, neresinden tutarsan elinde kalacak, dağılıp un ufak olacak şeyler vardır hayatta. Kendine bile itiraf edemezsin. Suçlu da arayamazsın. Zira senindir pişmanlık. Kime çatacaksın, kime bağırıp çağırıp derdini dökeceksin, bilemezsin. 

   "Bu benim kararım, iyisiyle kötüsüyle sonuçlarına ben katlanacağım." direncini gösteremiyorum. Hani bir çoklarında, felaketin ilk anında çıldırma durumu olur ya; bende öyle olmuyor. Zamana yayılıyor. İnce ince zamanla kemiren, içten içe kof hale getiren, ince hastalık sahibi insanlar gibi rengini solduran, hafif ama daha tesirli bir yoğunluk gösteriyor. 

   Keşke demek istemiyorum. Ama bazı şeyler keşke böyle olmasaydı. Keşke farklı davransaydım. Keşke kırmasaydım, kıymetini bilseydim. Yanlış zamanda doğru hareketi yapsaydım... İçimi boşaltan bu düşünceleri bir bir gönlümle barıştırabilseydim... Keşke göğe bakacak yüzüm olsaydı.

*Turgut UYAR-Göğe Bakma Durağı

10 Ocak 2015 Cumartesi

Trakya


    Arkadaş şu Trakya insanı ni gadan oynak insanlar. Kapı gıcırtısına oynuyorlar. Yazın ikindi vaktinde başlayıp tee gecenin birine kadar mı sürer ya bir düğün. Hayır ne oynuyorsun o kadar saat! Hiç mi yorulmuyor musun vicdansız! Bi noktadan sonra melodiler tekrara düşüyor zaten. Çal çal nereye kadar!

   Bu bahsettiğim durum türkülerine bile yansımış. Trakya türküsü olan ve özellikle de Gülay'ın yorumunu tercih ettiğim Babuba (şarkının adına tıklayarak dinleyebilirsiniz) tam da  bu minvalde. "Deli gönül eremedi murada, ölüyorum tuz biber yaradan," ama olsun eller havaya kalk kıvır, kalk, oturmaya mı geldik, dedirten bir türkü. Değişik coğrafya,çok...