24 Mart 2015 Salı

kas-ego


   Kas ile ego arasında inanılmaz bir doğru orantı var. Kas ne kadar büyür/genişler/gelişirse ego da aynı oranda büyüyor/şişiyor. Buna karşılık ego ile beyin arasında da ters orantı; ego ve kaslar şiştikçe beyin küçülüyor. Önceki gittiğim spor salonu nispeten köklü ve çarşı içinde bir salon olduğundan genel olarak şişkin, kaslı tipler ağırlıktaydı. Burunlarından kıl aldırmazlar, yüzüne bile bakmazlardı. Onların egolu oluşları ve benim de biraz çekingen yapım dolayısıyla hiç kimseyle ne muhabbet ettim ne de tanıştım. 

   Şu an gittiğim spor salonu yeni açıldı ama müşteri yoğunluğu oldukça fazla. İnsanlar genel olarak sempatik ve arkadaş canlısı. Bir kaç bencil insan dışında konuşmaya meyilliler ve sohbet etmek için adım beklemiyorlar. Bu salona başlayalı henüz bir buçuk ay olmasına rağmen şimdiden konuştuğum insan sayısı hiç de az değil. Dışarı çıkıp çay içip sohbet edelim diyen bile oldu. 

   İletişim önemli. Egolu insanlardan hoşlanmıyorum. Belki ilk adımı atmakta çekingenim ama sonrasında tanıyanlar çok sıcak kanlı biri olduğumu düşünüyorlar, ki sohbet etmeyi, kafa dengi insanlarla iletişimde kalmayı da severim. 
    Kaslar önemli, şişirin ama sadece kasları, egoları değil, aman!!! 

11 Mart 2015 Çarşamba

bazı şarkılar


Bazı şarkılar çok "Sen Sus! Ben konuyu biliyorum!".

8 Mart 2015 Pazar

bir pazar kahvaltısı


   İnsanın çocukluğuna dair anıları unutulmuyor. Güzel de olsa acı da olsa... Biz pazar günleri mutlu olurduk. Özel bir anlamı vardı pazar günlerinin. Hani şu Model ve Emre Aydın'ın söylediği Bir Pazar Kahvaltısı şarkısı(dinlemek için şarkının adına gelip tıklayabilirsin) var ya, hüzünlü ve ayrılık kokan bir şarkı olmasına rağmen, dinledikçe aklıma o günler gelir. 

   Neden bilmiyorum çocukken pazar günleri ev daha bir neşeli olurdu. Kahvaltı sofrası daha şenlikli olur, annem daha güzel şeyler yapardı. Haftaiçi vakit olmadığından yetiştiremediği şeyleri pazar günleri özellikle yapardı. Tost yapardı mesela, veya yumurta haşlayıp çoban salata yapardı. Sonra TRT'de babamın gençliğinde izlediği western filmleri olurdu, hep beraber dalga geçerdik babamla. Normalde sinirli bir adam olmasına rağmen o da bizim espirilerimize katılırdı. Sonra bir dönem Büyük Kedilerin Günlüğü belgeseli çıkardı. 

   Kahvaltıdan sonra bir yerlere giderdik. Ayvalık'a giderken sağ tarafta İçmeler diye bir yer vardır. Sıcak havalarda serin denizden çıktıktan sonra mangalda pişmiş etler ne kadar güzeldi. Ben en çok köfteleri severdim. Sonra karpuz, meyve yenirdi. Yemek yemekten o kadar şişerdim ki, sanki hiç acıkmayacağımı düşünürdüm. Bazen de zeytinliğimize giderdik. Kekik ve çam kokardı dağlar. O zaman hem çalışır hem de piknik gibi yapardık. Güzel, rengarenk çiçeklerin soğanlarını çıkartıp bahçeye ekerdim. Ama o çiçeklerin hep başına bişeyler geldi. Bir sonraki seneye bir türlü çıkamadılar.

   İşte öyle! En son herkes dağıldı evden, ablam evlendi, ben gittim, babamlar da kendilerini oyalamak için tarla bahçe işine sardılar. Şimdi arada bir görüşebiliyoruz. Herkes bi yerlerde. Birbirimizi görmeden yaşlanıyoruz.