20 Haziran 2012 Çarşamba

nenem sana geliyorum:)

  Yaşlanmaya başladı nenem artık. Bacaklarındaki arsız romatizmaları iyice azdı. Bir yıldır tedavi görüyor ama bana mısın demiyor. Az da olsa ağrıları azaldı gerçi, buna da şükür. Kolay beri acıya of bile demez, yaman kadındır. Ama belli kötü yani. Evde ya da yakın çevresinde oturarak geçiriyor günlerini. Bundan oldukça şikayetçi. "Gençken bu yaşlılara özenipdururdum, ne güzel hiç bi bişeycik yapmadan oturuyorlar diye amma öyle değilmiş meğerse; yapacak bişey olmayınca zor oluyormuş. Şimdi iş işleyebilsem keşke." diye hayıflanıyor."Otura otura kabalarım yara oldu, ne yapsam bilemedim." diye benden medet umuyor. Kıyamadım. Rahmetli kocası dedem de tam on beş sene yattığından böyle olmuştu. Ben onu hiç sağlıklı görmedim desem yeridir. Tüm çocukluğum onun nefes tıkanıklığı ile geçti. Son dönemlerde kelimenin tam anlamıyla yatak battı iyice zayıfladığı için. Onun da kabaları yara oldu. Onu dedim ben de."Ya oğlum sorma sen!" dedi. "Elyaf yastıklar var ya, onların üzerine otur, daha yumuşak olur onlar çekyatın süngerinden." dedim. Tavsiyeme uyacak sanırım. 

   Kış için çınar odunu getirtti. Odunların sobaya sığacak büyüklükte baltayla küçültülmesi gerekiyor. Bilenler bilir, çınar ağacı büyürken burgulanarak büyüdüğünden kesmesi çok güçtür. Genç, güçlü-kuvvetli komşunun oğlu çağırıldı bu iş için. Akraba da oluyor neneme, köy yerinde herkes akrabadır gerçi. Çocuk vurdu mu yeri sarsıyor lakin çınar da inatçı. Kolay kolay pes etmedi. Nenem çok iyi bilir gaz vermesini. Çocuğun şevkini artırmak için mi yoksa kendi gözlerinin önünden kendi anılarımı geçiyor bilmem iç geçirdi: "'Ah kahpe gençlik ah! Şimdi genç olaydım, ah kahpe gençlik ah!' derdi D dayın sağ olsaydı." dedi rahmetli dedemi kastederek. Sana bana taş çıkartır bu yaşında, bu haliyle. Hiç yaşlanacak kadın değildi aslında nenem ya ah ömür işte, bir nefes içimlik; çabuk geçiyor anlaşılan.
  Biraz hava değişikliği olsun diye memlekete geldim. Sıkılmıştım İstanbul'un keşmekeşinden. Yarın nasipse köye, neneme gideceğim. Özledi beni, sesi titrek geliyor. Benim içim buranın tatlısından yapacakmış. Ben de onu özledim. Gidip hayır dua alma vaktidir şimdi. Biraz sevgiye ve özleme doyma vaktidir.

14 Haziran 2012 Perşembe

gülistan

Çorak toprakta sümbül yetişmez.
Umut tohumunu boş yere ekme.
Kötüye, iyilik etmek; iyiye, kötülükte bulunmak gibidir.
                                                                                           Sadî

12 Haziran 2012 Salı

kalimera,kalispera, kalinixta

  Etnik müziği severim. Etnik müzikler içinde dokuz sekizlik diye tabir edilen, insanın kanını kaynatan, Balkan müziklerini  severim. Tabii bunlar içerisinde çok hüzün kokan müzikleri de severim. Ama nedense Yunan müziğine karşı bir zaafım var. Bilemiyorum acaba Kuzey Ege'nin havasından-suyundan mı  kaynaklanıyor bu durum. Hani Yunan yanlısı bi insan değilim. Aksine bizim oralarda Kurtuluş döneminde Yunanlılar bölge insanına çok zulmettiklerinden  sevilmeyen kimseler için "Yunan Gâvuru gibi" diye deyimler bile türemiştir. Ama ne bileyim severim ben. Bir denizin iki yakasını paylaşıyoruz sonuçta.:)

Not: Resim bir albüm kapağına aittir ve albümü çok severim, tavsiye olunur:)

8 Haziran 2012 Cuma

bebe-ruhi

   Bir alışveriş merkezinde arkadaşla dolaşıyoruz. Arkadaş telefonda ailesiyle konuşmak için biraz hızlı yürüyüp öne geçti. Ben de o sırada ne yesek diye malak gibi etrafa bakınırken karşıdan, bir yaşından hallice tombiş mi tombiş, yanakları kırmızı kırmızı bebeğin birisi paytak paytak kollarını açmış, bana doğru geliyor.(Amma çok ikileme yapmışım:))  Başta umursamadım, dengesini-yönünü kaybetti herhalde diye düşündüm. Yok yok... Bana doğru geliyooooorrr, derken hop bacağıma sarıldı. Şaşırdım ne yapacağımı. Sonra yukarı, yüzüme baktı ve "Beni kucağına al!" diye kollarını bacağımdan sıyırıp yukarı kaldırdı. Ben de bu sevgi seli karşısında dayanamadım canım, n'apayım aaaa!:) Aldım kucağıma. Yüzüme bakıp şirin şirin sırıtıyor. Arkasından hızlı hızlı annesi geldi: "Kızım abiyi rahat bırak! Kusura bakmayın, erkekleri çok seviyor da." dedi. "Ben de kendimi özel sanmıştım. Umarım ilerde de böyle olmaz." diyorum içimden pis pis. Çok fesatım.:) "Yok yok sorun değil, maşallah çok sevimli." dedim. Bayaca bir ağırdı yani topaç gibi.:) 

  Çocuklar böyledir işte. Kim olduğunuz, ne olduğunuz, nasıl olduğunuz, renginiz, diliniz, dininiz onlar için hiç önemli değildir. O anda size karşı hisler beslemişlerse hemen ortaya koyarlar bunu. Yanlış anlaşılıp anlaşılmayacağını düşünmezler. Severse koşulsuz severler sizi. Bu yüzden cennet kokuludur onlar.

7 Haziran 2012 Perşembe

Abdürrahim Karakoç

 Mihriban öksüz kaldı...

"Yâr, deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
          Lambada titreyen alev üşüyor              
 Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban."

5 Haziran 2012 Salı

hanımelisi çiçeği

  Ne güzel çiçektir bu yahu! Çocukken ortasından çıkan özünü tutup şöööyle çekip yememişse kişi, âleme gelmiş sayılmaz kanımca. Gitsin bir psikologa görünsün, psikolog onun çocukluğuna insin, bişeyleri kurcalasın, oynasın, e yapsın bişeyler işte; oraya bu enfes tadı yüklesin.:) Arıları kışkışlaya kışkışlaya uzansın dünya çocukları ve yiyip belli belirsiz tadını aldıktan sonra dünya hep barışla kalsın.

  Adı da güzel tadı gibi. Kadına yaraşır bir zarafet olmuş. Güzel bir yüz, ince bir bel, nefis bir tat ve güzel bir koku.(Anlarmış gibi:) yersen...)

 Hep bizim bahçe deyip duruyorum ama ne yapayım cennet gibin bir yer. Şimdi mandalin ve greyfurt çiçekleri ile birlikte açmıştır hanımeli. Karışmıştır kokuları birbirine. Ahenkli bir dans başlamıştır. Bahçe tam bir parfüm şişesi gibidir. İçeri bir girersin bahçe kapısından, yüzüne bir yalım gibi çarpar koku ve hafif bir esinti... İçine çekersin "mmmmmmmıııııhhhhhh..." diye doyamazsın. Ömrüne ömür katar. 
  Resim için şorayı tıklayıverin gari. Bir de Rafet Ağabeyimizin bir şarkısı varmış. Aynı sayfada çok da güzel imiş. Hanımelisi çiçeğine yaraşır bir şarkı olmuş melodisi filan.

    Koş hanım koş! Hanımeli mevsimi geldi de geçiyor bile.

3 Haziran 2012 Pazar

hoşafça

   Sevgili arkadaşım Kamer zat-ı şahanesine alçakgönüllükle eşek demiş. Bunu biz güzel dilimizde alçaltıcı bir tabir olarak kullanırız amma velakin aslında "eşek" demek yerine "insan" demek daha doğrudur kanımca, kanaatimce. Sebebine gelince garibim eşek hayvanı dünyanın yükünü çeker de sesini bile çıkarmaz, sırtı yağırlanır bir kez şikayet etmez. İnsan hayvanı en ufak bir sıkıntı da basar vaveylayı, şikayeti, çığrım çığrım(bu ikilemeyi de ben uydurdum bak şimdi:)) çığırır.

  Sonra, bir eşek hayvanının sebepsiz yere başka bir eşek hayvanını öldürdüğü görülmemişken, insan hayvanı çok kan dökmüştür yeryüzünde, çok zulmetmiştir, ne ahlar almıştır. "Gördüğü haksızlık karşısında susanın dilsiz şeytan" olduğunu bildiği halde çok kere kapatmıştır gözünü, kulağını, ağzını. Amma başkasının kusurunu gördüğünde yapıştırmıştır içinde tutamadan, yaymıştır bir diğer kardeşinin ayıbını, kendi ayıbına bakmadan.

  Kim demiş hem eşek hoşaftan ne anlar? Anlar efenim, hoşaftan da anlar kelamdan da anlar, kendi dilince, doğasınca ve ona verilmiş  aklınca. Onu anlamak için eşek olmak, eşek gibi düşünmek lazımdır. Lakin anlamaz insan hayvanı ne hoşaftan ne kelamdan ne insaftan. Kendisi de bir insan olduğu halde üstelik. Akıl ve vicdan sahibi olanlar bundan müstesna... Anladık mı şimdi alçaltıcı olarak neden "insan" kullanmamız gerektiğini sevgili bloggerlar?:)

  Not: Sevgili Kamer teşekkür ederim yazın için ama sakın yanlış anlamayasın seni yeremk gibi bir niyetim yoktur. seinin yazından yola çıkarak böyle bir düşünce geldi aklıma. Önce kendimedir sözüm.